22 Şubat 2018 Perşembe




                             BIYIKAYDIN’LILAR ,

                      ÇEVREDEKİ DİĞER KÖYLÜLER

                              NASIL İSTANBUL’LU    

                                OLDUNUZ? 

                        HİÇ MERAK ETTİNİZMİ? 




                                                        Osman KOÇ (1315-1978)
ARSLAN VE OĞLU HÜSEYİN KOÇ

ZEKERİYA KAPLAN -İSTANBUL

                                                       OSMAN KAPLAN- İSTANBUL
KADİR KAPLAN- İSTANBUL

ANKARA



                                                      HAYDAR KAPLAN-İSTANBUL


                                                          DAVUT BADEM-İSTANBUL

                        HİKAYEYİ MERAK EDİYORSANIZ  LÜTFEN  BİR SONRAKİ SAYFADA BAKINIZ...!

21 Şubat 2018 Çarşamba

GÜZEL KÖYÜM BIYIKAYDIN İNSANLARINA









ÇOK DEĞERLI DOSTLAR;  Allah'ın gönderdiği dinler, tarih boyunca inananlar tarafından bozula gelmiştir! Buna karşın yüce yaradan, şirkten uzak kalmaları için kavimlere sürekli peygamberler göndererek tevhitteki yozlaşmanın önüne geçmeyi amaçlamıştır. Ne yazık ki, insanoğlu her dönemde haddini aşmıştır. Kimileri dini yetersiz bulup artırımlar yaparken, kimileri azaltmış! Kimisi geçmiş kültürlerin etkisinde kalmış zamanla o kültürleri din selleştirmiş, kimileri de dinden çıkar sağlamak amacıyla düzenekler kurmuştur!. İslam düşmanlarının Hz. Muhammed sonrası, devreye girmesiyle İslam içindeki yozlaşma da diğer dinlerde olduğu gibi  hız kazanmıştır. Kitap anlaşılmaz ilan edilerek, Allah resulünün tebliğ ettiği dine, dinden olmayan bir sürü hurafe ve yalanlar katışmış, insani yorumlar, iyi niyetle belirli zamanların sorunu çözme konusundaki içtihatlar, dinden sayılmıştır. Dinde olmayan binlerce şey dinden sayılırken Allah'ın kitabı etkisiz yetkisiz bir konumda bırakılmış, Müslümanlar kitabına yabancı kalmıştır.  Kitabı anlaşılmaz ilan edenler ne hikmetse Allah resulünden yaklaşık iki yüz elli üç yüz yıl sonra metin tenkidi yapılmadan toplanarak  kitaplaştırılan rivayetleri anlaşılır ilan ederek, Kitabın yerine oturtmuşlardır!. Tabiri caiz ise  tevhit ameliyat edilerek reforma tabii tutulmuştur. İslam kılıfı içinde yeni bir din ortaya konmuştur! Daha sonraki nesiller bu tezgahı fark etmeden ne yazık ki söz konusu rivayetlerin bir coğunu Kuran'ın anlamı zannı ile din haline getirmişlerdir. Toplumların Kuran dışı kaynaklar yönelmesiyle Müslümanlar gruplara mezheplere, meşreplere, daha sonrada tarikatlara bölünerek parça parça olmuşlardır. Her bir grup kendilerini hak diğerlerini batıl görmesi yüzünden kardeş olmaları gereken müminler bir birini kafir ilan etmeye başlamışlardır. Bu ihaneti görüp, Müslümanları Kuran'a ve nebevi sünnete çağıran Hasan Basri ve İmamı Azam, Akif gibi alimlerimiz ya cezalandırılmış yada itibarları yerle bir edilmiştir. İslam toplumları aklını kullanmayıp hurafe bataklığına saplanması yüzünden, sosyal ve ekonomik gelişmelere ayak uyduramamış topraklarını kaybetmiş birçoğu batılıların sömürgesi olmuş, kaynaklarını halen emperyalist ülkelere peşkeş çekmektedirler.! Bu gerilemeyi kimileri batılıların oyununa, kimileri Müslümanların tembelliğine, kimileri de Kuran’ dışı uydurulmuş dinin insanlardaki düşünme akıl etme yetisinin yok edilmesine bağlamıştır.! Neticede, günümüz Müslümanları tarihte hiç olmadığı kadar fakir, ezilmiş, aşağılanmış, zelil ve tefrikalara bölünmüş haldedir. Artık bir birini öldürmeyi dinin bir emri hatta cihat sayma hadsizliğine düşmüş olanlar, kendilerine yeni tartışma alanları oluşturmada yani kavga ortamı oluşturmada son derece başarılı olmuşlardır   işte bu kavga alanlarının başını çeken husus! Dinin kaynağı “Kuran mı, hadis mi”.?....
Bir sorun varsa ki var! Asırlardır  saklanmaya çalışılıp bir türlü üstü kapatılamayan bir tür tevhit ve şirk' in mücadelesi artık ap açık ortaya çıkmıştır!  Mesele din üzerinde oynanan oyunların bozulup hakikate ulaşılması ise,  Maksat rızai ilahi kazanmaksa, önümüzde örneğimiz var. Allah'ın resulünün övülen örnekliği ve bunların neler olduğu açıkça kitapta belirtilmiştir.
   Allah’ın dininin aslına dönme konusunda atılacak her adımda  kavga etmeden, bağırıp çağırmadan, tartışmaların ön yargısız bir şekilde sürdürülmesi, tevhidin, adaletin, aklın, şefkatin, özgürlüğün, mübaşire nin öncülüğünde Müslümanların fabrika ayarlarına dönmesi yönünde bir cabaya güzel bir katkı sağlamak varken...!
Kendimiz gibi düşünmeyenlere karşı bu çirkinlik, ötekileştirme,  iftira, şahsiyetlerini yok etmek...!  Bütün bunları kimin için, kim adına, neden yaparız? Hem de din Allah'ın, kavga niye bizim! Üstelik O böyle bir kavga istemezken! Bu çirkinlikten bir Allah rızası çıkar mı!..? Çıkmayacaksa insan kaybedeceği şeyin kavgasını yapar mı?

                           HÜSEYİN KOÇ- ANKARA

KURAN ANLAŞILMAZ DEDİLER NE ZIRVALAR YUTTURDULAR

                               




       

              

KURAN ANLAŞILMAZ DEDİLER NE ZIRVALIKLAR YUTTURDULAR
Kuranı okuyoruz anlamıyoruz. Birileri bize Kuran anlaşılmaz diyor, onlara itibar ediyoruz. Dini anlayanlardan öğreniyoruz. Her birimize farklı kanallardan din öğretildiği için, öğrendiklerimiz bir birini tutmuyor. Bu sefer seninki doğru, benimki doğru kavgasına giriyoruz. İyi de bu doğruyu nasıl anlayacağız?
Evet dostlar. Hakikat tek iken, bugün hakikatlerin sayısı binlerle ifade ediliyor. Hakikati bulma gayreti içinde olanların serüvenleri ise elbette farklı farklıdır. 
Genel üzerinden konuşmak gerekirse, dinini öğrenme konusunda arayış içinde olanları, cemaatler ya da gruplar farklı propaganda ve sempatik davranışlarıyla kendilerine çekmekteler. Genelde bu grupların dini konuda benimsedikleri ve öne çıkardıkları konular; tasavvuf, rivayet kültürü, gaybi bilgiler, mucize ve  kerametlerden oluşmaktadır. Zira insanların  hikaye ve masallara karşı düşkünlükleri bilindiği için, bu alanlarda da         dağarcıkta istenilen de çok malzeme olması nedeniyle sempatizanları etkileyip efsunlamak kolaylarına gelmektedir.  kaynaklarında grup liderlerini nerdeyse peygamber seviyesine hatta daha ötesine çıkartan Kuran’ hakikatleriyle bağdaşmayan etkileyici ifadelerde vardır. Böyle olunca her şeyi bilen gören, kainat üzerinde büyük yetkisi olan, gayptan haber veren, alim yada şeyhler üzerinden  din algısı oluşturulmaktadır.  Buralarda yapılan telkinler, sohbetler, tavsiye edilen kitaplar, vasıtasıyla,  öğretilen din,  her şeyi ile İslam’ın yorumsuz orijinali aslıymış gibi öğretiliyor. Her grubun öncelediği kaynaklarda farklıların olması sebebiyle de inançlarda farklılıklar başlıyor. Buralarda öğretilenler, bireylerin değişmez doğruları oluyor. Artık onlara göre, dinin en iyi temsil edildiği yer bulunduğu gruptur.  Dinin asrımızdaki temsilcisi ise, o grubun lideridir!. Bu liderler;   bazı rivayetlerde sözü edilen“ Her yüz yılda gelen mürşit “ üstat, asrın imamı, gavs, mehdi vs. gibi makamın sahibi! olabiliyorlar! Burada bulunmanın ne büyük bir kısmet olduğunun anlatılması da ihmal edilmez!  Grubun liderine  kayıtsız şartsız teslim olmak da Hz. Peygambere itaatten sayılıyor! Verilen görevleri yapanlar Bedir sahabesi eşdeğerindirler! Sözleri ile taltif ediliyor.! DURUM BÖYLE OLUNCA FARKLI DİNİ BİLGİSİNİ KURAN VE SAHİH SÜNNET ÖLCÜSÜNDE ÖĞRENENLER İLE ARALARINDA DERİN UCURUMLAR MEYDANA GELİYOR. BU PROBLEM NASIL DÜZELECEK.?
İş burada kalsa ya! Ötekileştirdikleri ya da  kendilerinden olmayanlara karşı gizliden gizliye düşmanlığa varan  iftiralarla nedeniyle Müslümanlar arasına fitne tohumları ekerler. Çok zor durumda kalınmazsa onların arkasında namaz bile kılınmayacağı anlatılır. Gruplarını zinde tutmak için  vahiy alıyorlarmış gibi İslamın kabul etmediği asılsız şeyleri cemaatleriyle  paylaşırlar. Kendilerine göre bazı dini ritüeller üretirler.
Merdiven altı bu çakma  dini anlayışlar; ıslama yaftalanmış takkiye anlayışı ile kendilerini gizlerler.  Yani Kuran’ın reddettiği  uydurma anlayışlarını batini bilgi saydıkları için başkalarının bilmesini istemezler.  Kendilerini de açığa vermezler.   Grup dışında kimseyle de paylaşmazlar.  Böylesi telkinler ile yetişenlerin büyük bir kısmı kariyeri, tahsilleri ne olursa olsun,  bu sihirli ve afsunlu ortamın cazibesinden asla  kurtulamaz  çıkamaz duruma geliyor. Velev ki bunlar isterlerse İlahiyat okusunlar.  Şahsiyeti, düşünme ve akıl etmesi elinden alınan bu bireyler, artık bulundukları grubun kurşun askeridir. Bulundukları grubun dini argümanlarını korumak ve kollamak İslamı korumakla eşdeğerdir! Bu uğurda, hiçbir teste tabi tutmadan söyleyemeyecekleri yalan, etmeyecekleri iftira yoktur. Üstelik bunu din adına yaparlar. Nedenine gelince “hedefe ulaşmak için her yol mubahtır” yalanı islamın bir sözüymüş gibi anlatıldığı için!  Aleyhinde bulunacakları birini tanımalarına gerek yoktur!. Liderleri ne söylemişse aynen onu tekrar ederler! Bunun örneklerini  her dönemde görmek mümkündür.
Hakikati bulma gayreti içinde olup da aileden, çevreden az çok dini bilgisi olanlar ise, bu guruplara kapılsa da daha önceki öğretilere ters gelen şeylere karşı bir sorgulama içinde olabildiklerinden bağnaz bir bağlılık içinde olamayabiliyorlar.
Bu tür yapılanma dışında da farklı öğreti biçimleri olsa da bunlar islam dünyasının azını teşkil etmektedir.  Zaten yukardaki anlayış onları nerdeyse Müslüman bile saymamaktadırlar.
    İslam coğrafyasındaki müslüman ana ve babadan olan insanların büyük bir çoğunluğu bu rezaleti, gayri ciddiliği, çelişkili söylem ve davranışlara şahit olduklarından böyle din mi olur? Deyip dinden soğuyor ve dine mesafeli davranıyorlar. Dindarlık kisvesine bürünmüş insanların acımasız tenkitlerine karşı bazen din düşmanı bile olabilmekteler.
Birde farklı din mensuplarının Kuran üzerinde islamı kabulleri  vardır. Bunlar son derece ilkeli islam ahlak ve faziletine uygun bir hayat sürerken “Eğer biz Kuran’ı tanımadan Müslümanları tanımış olsaydık İslama asla girmezdik” sözleri aslında kulaklara küpe olması gerekmez mi?
Din adına hizmet verdiğini sanan  bütün gruplar, kendilerinin doğru yol üzere olduklarını iddianın ötesine taşırlar. Öylede kabul ederler. Bunların her zaman cemaat veya tarikat meşrebinden olması da gerekmiyor. “Kuran anlaşılmaz, Kuran’ı herkes anlamaz” iddiasını ileri süren bütün anlayış ve yapılanmaların birçok yönden benzerlikleri vardır. Çünkü beslendikleri kaynaklarda büyük bir oranda benzerlikler mevcuttur.  Uydurma rivayetlere aşırı bağımlılık, aklı devre dışı bırakma, tekfircilik, eski İslam alimi tapıcılığı, üstün bilgi ve akıl sahibi olarak kabul edilen birisine teslim olma,  hakikati arama ve araştırmak yerine algı üzerinden saldırmaya meyil, islamın en temel önceliklerinden olması gereken ahlak anlayışını hayatının dışına itmek, özden ziyade, şekil üzerinden dini anlama ve algılama.
Kuran’ın maksat ve amacına bakmadan rivayetler üzerinden üretilen, hakikati tahrif eden bu dini anlayışları, Bütün mezheplerde, tarikatlarda ve cemaatlerde görmek mümkündür. Bunun temelleri maalesef ki tertemiz gördüğümüz mazide ikinci ve üçüncü yüzyılda atılmış, bu güne kadar ilavelerle katmerleşerek günümüze kadar gelmiş ve şu an, tüm vahşeti ile islam dünyası bunun acısını çekmektedir.
Oysa İslam; Herkese yalnız dosdoğru olmayı emreder. Kuran üzerinden insanla ilgili örnekler verir. Hatta bunu peygamberler üzerinden insanın yanılabileceğini, aldanabileceğini anlatır. Bırakın kötülük üretmeyi akıldan geçen yanlış düşüncelere karşı bile insanı uyarır., insanı ve şahsiyetini önceler. Onun dini inancına bakmaz kişiliğini, malını canını garanti eder. İslam tam bir ahlak dinidir. Gel gör ki, ahlakın bugünkü anlamı hakiki anlamını yitirdiğinden, herkesin kendi bağnazlığını koruması için yapacağı her türlü saldırının, iftiranın, kan içmenin İslam dışı bir  ahlaksızlığın adı olmuştur.  

ALLAH RESULÜ OLAN PEYGAMBER İLE MELEKLEŞTİRİLEN PEYGAMBER ALGISI






KURAN’IN VE GELENEĞİN TARİF       ETTİĞİ PEYGAMBER İNANCI
       KURAN’IN ÖĞRETİSİ PEYGAMBER İNANCINDA;  Allah insanların kurtuluşu için baştan beri resuller göndermektedir. Bunların görevleri Allah’ın kendilerine verdikleri bilgiyi hiç değiştirmeden zamanında  insanlara ulaştırır, bunları nebi sıfatıyla hayata uygulayarak güzel bir örneklik teşkil ettirerek dinin hayat haline getirilmesini sağlarlar.. Diğer insanlar gibi Allah ın kurallarına  kendileri de uyar.
       Peygamberler; Allah ın hüküm koymadığı alanlarda sosyal hayatta karşılaşılan veya karşılaşılması muhtemel sorunlara yönelik, devlet başkanı veya inanların lideri olarak; bulundukları coğrafi yapı ve toplumun geleneği ölçüsünde aklını vizyonunu öngörüsünü kullanarak bu alanlarda bilgi sahibi olanların görüşlerini de alarak çözüm üretir, yasaklar koyar ve kaldırır. Kimlik oluştururlar. Yüce Rab bunlardan bir kısmını hüküm haline getirebilir. Nitekim getirdiği de vardır. Mesela Medine’ye ilk geldiği günlerde Cuma günü tüm cemaati mescitte toplayarak toplum sorunlarını dile getirmesinin ardından, çok sonraları Allah, Cuma suresinde bu eylemi tüm Müslümanlara Cuma günleri mescitlerde toplanılmasını hüküm haline getirmiştir. Yine kuran da süt kardeşlerle evlenilmeyeceğinin belirtilmesinin ardından Allah resulünün kimlerin süt kardeşi olacağı konusunun detaylandırılması… gibi.
       Allah resulü, Fani bir kul, bir insan olma özelliğinde olmasına rağmen  diğer insanlardan farkı vahiy almasıdır. Nebi sıfatı ile  icraatlarında en ufak bir yanlışa tevessül edilmesinde dahi gidişata yüce Rab hemen müdahale ederek onları  uyarır. Zira yanlış bir örneklik ümmete mal olmasın diye.!  Çünkü Peygamberler insanlara yol gösterici  yüce bir ahlak sahibidirler.
       Allah, Hz. Peygamber’in mucize göstermesini ve müşriklerin bu konudaki isteklerini sürekli reddetmiştir. Nitekim bu isteklerin hemen arkasından Hz. Peygamber’in: “Rabbimi tenzih ederim. Ben sadece beşer bir elçiyim. Demiştir. Ayrıca, peygamberler Allah’ın elinden kurtarıcı değillerdir.
GELENEĞİN GETİRDİĞİ PEYGAMBER ALGISI;    Bütün kainat Peygamberin yüzü suyu hürmetine ve  Arş, levh, kalem, kürsî, gökler, yerler, insanlar, cinler, ay, güneş, melekler, cennet, cehennem   onun nurundan yaratılmıştır! O, insan dışında mümkün ve gerçek olan melek, cin, hayvânât, nebâtât hatta cemâdât bütün varlık türleriyle iletişim içerisindedir! Peygamber kendiliğinden asla bir şey söylemez!  Masumdur, asla hata yapmaz! Anlaşılması mümkün olmayan kuranı açıklar.  Allah ın koyduğu hükümler dışında kendi de hüküm koyar. İşine gelmeyen ayetlerin nesh ederek hükmünü ortadan kaldırabilir!. Kuran dışında Allah tan gayrimevlüt vahiy alır!. Kuran’da ne zaman ve nasıl yapılacağı belirtilmeyen ibadetlerin yapılışını gayrimetlüv vahiy veya Cebrail vasıtası ile öğrenir!.  Durum böyle olunca onun her söylediği söz vahiydir!  Allah ın emirleri dışında her yaptığı eylemde sünnettir!. Bağlayıcılığı vardır. Ümmetin büyük günah işleyenlerine şefaat edecektir!. Binlerce mucizesi vardır!. Dünyaya gelmeden ruhlar aleminde iken peygamber olacağını bilindiğinden, bunun alametleri dağda, taşta, ağaçta görülmüş ve annesinin onu doğurduğu sırada Peygamberliği müjdelenmiştir!. Kuran dışı gaybı bilgi verilmiştir!. Geçmişi ve geleceği bilir!. Bunları istediği ile paylaşabilir!. Her türlü hastalığı ve sakatlığı tedavi edebilir.  Sahabe  O’nun saçının bir telini, abdest suyunu,  tükürüğünün dahi yere düşmesine izin vermezdi!. Bazı rivayetlere göre, Hz. Peygamber cinsel açıdan 30-40 erkek gücüne sahiptir. Allah tarafından yedirilip içirildiği için uzun süre acıkma ve susama hissetmemektedir. O ruhuyla ve cesediyle canlı olup cesedi çürümemekte, vefat ettiği günkü gibi taptaze ve kokusu değişmeden kalmış bulunmaktadır. Hatta şu an kabrinde hanımları ile karı koca ilişkisi içinde olduğunu iddia eden rivayetler bile vardır. Vaz ve nasihatler ile bu yalanı canlı tutmaya çalışan  cübbeli sarıklılar bile var!





NİYE İNSAN PEYGAMBER DEĞİLDE MELEK PEYGAMBER?






NİYE İNSAN PEYGAMBER DEĞİL DE MELEK PEYGAMBER!
NİYE ACIK SECİK VAHİY TERKEDİLEREK GİZLİ GAYRİ MATLÜV VAHİY!
NİYE AKILSIZ BİR TOPLUM OLUŞTURMA CABALARI!
Allah resulü; Yüce Rab’bın kendisine verdiği görevleri  planlı programlı ilkeli öngörülü, şartlara dikkat ederek aklını sonuna kadar kullanan, hiç bir şeyi şansa bırakmayarak, emek vererek  yerine getiren bir insandı. Allah ın emirlerini hayata nasıl uygulanacağını  yeteneklerini en güzel biçimde kullanarak bir örneklik ortaya koymuş, bundan dolayı da Allah’ın övgüsünü mazhar olmuştur. Bunu böyle görmeyip te onu mucize ve kerametlerle donatarak insani yönünü sıfırlayıp, melekten bir peygamber icat edenler, güya bunu da peygamber sevgisiyle izah edilmeye çalışarak, iddialarının altını bir sürü yalan rivayetlerle dolduranlar, Allah resulünü  kendi iradesi ile hiçbir şey yapamayan bir kuklaya çevirdiklerinin farkında değiller miydi?..! Bütün bu hokkabazlıklar iyi niyet ile mi yapmışlardı!..? Peygambere her sıkıştığı ortamda Kuran dışı gayri metlüv vahiy aldırılması yada Cebrail yardıma yetiştirilmesi bir peygamber sevgisinden ziyade yeni üretilecek sahte resul, şeyh, gavs, gibi dine sokulmaya çalışılan sahtekarlıklara alan açma, köle ve kişiliksiz toplumlar oluşturma manevralarımıydı acaba!  Sonuçtan bakıldığında görünen  ortada!. İslam dünyasının bugünkü hali!  O günkü
gayretler ta o zamandan meyvesini vermiş üretilen sahteliklerin her birisi yeni yollar icat etmiş, ümmet bölük pörçük olmuş!  Allah tan gayrimetlüv vahiy aldıklarını iddia ederek Allahtan rol çalanlar; kendilerine bağlananlara her türlü naneyi yemiş olsalar dahai son nefeste imanı kurtarıp, dolayısıyla cennet garantisi verdikleri gibi dünyalarını da mamur etme sihirbazlığını öğretmişlerdir. Nedir bunlar?  Dua, salavat, rabıta, hatme  yaparak  çalışmadan da olsa isteklere kolay ulaşmak, zengin olmak, sınıf geçmek, başarılı olmak, bir okus pokus ile isteklere ulaşılması gibi akla ziyan yetkiler üretmişlerdir!...
 Bunlarla kalsa ya; Allah ın yarattığı özgür birey, resulün karşısında saygı gösterilen insan; düşünmeyen akıl etmeyen, aklı bağlandığı kimselere teslim eden, sorgulamayan, şeyhin sözünü  Allah ın sözünün  üstünde gören, üretilen insan putlar karşısında yerlerde sürünen , el etek öpen, sünepe insan kişiliğinin yok edilerek sıfırlama duygularının din diye verilmesi…..
Nereden Kuran’a ters bir uygulama, bir söz, bir davranış varsa bunların ortaya konması ve hayata geçirilmesi Allah resulü üzerinden yapılmıştır. Allah resulünden bir söz diye ayetler anlamlandırılarak Kuran Allah’ın maksadı dışında konuşturulmuştur. Uyanmak gerek zira ŞEYTAN İNSANI İYİ NİYET TUZAKLARIYLA AVLIYOR.. HER İNSAN BULUNDUĞU NOKTAYI KURAN I HAKEM YAPARAK SORGULAMASI GEREK. DİNİ ŞEKİLDEN ZİYADE ÖZDEN ANLAMAMIZ GEREK. DİN DİYE ORTAYA KONAN ŞEYLERİN NASIL YAPILACAĞINDAN ZİYADE NİÇİN YAPILMASI GEREKTİĞİNİ YANİ MAKSADI ÖNCELEMEMİZ GEREK. NİÇİNLERİ ÖĞRENEN İNSAN NASILI ZATEN ÖĞRENİR.


NİYE BU HALE GELDİK!..?










Bozulma bir proje olarak mı başladı? Kimler le başladı?, Nasıl devam etti?

Hz Peygamberin vefatı sonrasında, eski medeniyetlerin hakim olduğu toprakların büyük bir çoğunluğu Müslümanların hâkimiyetine girdi. Bu yönetim ve gelir paylaşımında ihtilafları ortaya çıkardı. Ömer, Osman (r.a)  halife iken şehit edilmesinden sonra  Hz. Ali nin halifeliği döneminde Cemel ve Sıffin savaşlarında yetmiş bin kadar Müslüman birbirini öldürdü. Ardından halife Ali(r.a) öldürüldü.  Akmaya başlayan kan bitmedi. Hasan zehirlenerek,  Hüseyin de boynu kesilerek kerbela da şehit edildi. Bu olayların üzerine  Medineliler, Emevîlere karşı isyanı başlattılar; onları Medine’den kovdular. Kovulan Ümeyye Oğullarının  geçecekleri yolları kayalarla tıkadılar. Bunun üzerine  yezidin ordusu  şehre saldırdı ve kısa sürede şehri teslim aldı. Üç gün boyunca şehir yağmalandı, talan edildi. Kadınlara, kızlara üç gün boyunca tecavüz serbest bırakıldı. Birçoğu ganimet olarak alındı. Mekke ve Medine’de on bine yakın insan katledildi.  Bu olay sonrası gayri meşru ilişki sonrası doğan  binlerce çocuğun adı farklı anıldı.
 İslam Tarihinin yüz karası sayılan bu olay (Harra Katliamı)  akabinde kızların bekâreti tartışılır oldu. Aileler bunun garantisini veremedi!. İşte mazisiyle övündüğümüz tarihin bir yüzü!  Hani anlı şanlı tabiin ve tebei tabiin dönemi miz!....
Medine katliamından sonra Mekke kuşatıldı. Şehir mancınıklarla dövüldü.  Kâbe’nin duvarları yıkıldı. Ahşap kısımları ve örtüsü yandı. Bu insanlık dışı üzücü olaylar toplumda derin ayrılıkları meydana getirdi. Korku şiddetin sonu ilim siyasetin emrine girdi. Cuma da okunan  hutbe farz namazından sonra okunurdu.  Hutbede  masum insanların, Hz. Peygamberin damadı ve torunlarının aleyhine küfürler ithamlar okunmaya başlamasıyla halk, bu iftiraları dinlememek için hutbeyi dinlemeden camileri terk etmeye başladı. Bunun üzerine yönetim Hutbeyi Cuma farzının önüne aldı. Halen o geleneği sürdürmekteyiz!.  Bu kasıtlı eylemin ardından insanların bir çoğu camilerden gidemez oldu. Bir kısım Alevilerde cami düşmanlığının tohumu o günlerde atıldı.  İslam’ın tek eğitim yuvası, toplanma  ve istişare yeri  olan camiler, yönetimin tüm haksızlıklarına hizmet yuvasına dönüştü. Farklı düşünen muhalif olan insanlar ister istemez camilerden uzak kaldı. Fikir ayrılıkları  sahabe konusundaki görüşlere de  ifrat ve tefrit ölçüsünde  yansıdı. Bir kısım Müslümanlar onları masum kabul ederken, diğerleri de önemli bir bölümünü kafirlikle suçladı. Sosyolojik gelişmelerde, her şeyin planlanmadığı, ya da her şey planlandığı gibi yürümediği bilinen bir olgudur.  Kötü şeyleri planlarsınız sonuçları farklı olabilir. İşte bu süreçte iyi ve kötü at başı yarışarak devam etti. İslam’ı anlama ve yayma işi, yeni Müslüman olmuş kimselere kaldı. Bunların çoğu Arap değildi.
İslam coğrafyasının hızla genişlemesi ve Arap dilini bilmeyen Müslümanlarda ki sayısal artışın neticesinde beklenmeyen gelişmeler yaşandı. Eğitim imkânlarının son derece kısıtlı, din ile alakası olmayan yöneticilerin dinin başında olduğu bir ortam!  yeni Müslüman olanlar, Tarihi Teberi kitabında da bahsedildiği gibi, Müslümanlığı seçip İslam toplumuna katılmış insanların  eski alışkanlık, töre ve inançlarını yıllarca din diye yaşadıkları ve toplumda konuştukları ifade edilir. İnsanlar Kuran’ı bilmedikleri ve anlamadıkları için hadisler çerçevesinde dini anlamak ve yaşamak kolaylığı benimsedi.
Yine acem ve batılı kültür ve anlayışları içeren bir takım kitapların Arapçaya çevrilmesi bu dönemlerde oldu.  Bazı entelektüeller Islaman anlaşılması ve yorumlamasına  tercüme edilen kitaplar zaviyesinden bakmaya başladırlar.  Kültürel bir karmaşanın yaşandığı bu toplumda  zamanla  din adına konuşulan her şey dinin aslı gibi bir sonraki nesle aktarılmaya  başlandı. Bu algılar; Kuran’a girmesi mümkün olmadığından, bazen Kuran’ın tefsiri,  bazen de hadis olarak ifade edilir oldu.  Zamanlar  tefsirlerde , uydurmalar ve israiliyat’ın öne çıkmaya başladığı görülmektedir.
Kültür alanında bu karmaşa yaşanırken, siyasetin kemikleşmesi neticesinde inançta saflaşmalar, bölünmeler başladı. Kitap ve Hikmet ile uğraşanlar hürriyet içinde olamadılar. Siyasi Mezhepler  Rafizilik,  mutezile, orta yol olarak Ehli Sünnet ortaya çıktı. Bunların dışında irili ufaklı onlarca farklı anlayışlar türedi.
 Bu gelişmeler ışığında İslamın geldiği noktada  Kuran’ın hayat kitabı olması sadece cümlelerde kalmaya başladı. Okuma hatim kitabına dönüştü. Güvenilir ravilerin adının kullanıldığı Kuran’a tezat  hadis uydurma borsasının kurulduğunu yine kaynaklardan öğreniyoruz. Doğru ve yanlışın iç içe geçmesinin ardından  fıkıhı mezhepler kendini göstermeye başladı. Caferilik, Hanifilik, şafilik, hambelilik  Malikilik. vb.
 Hayatta koparılan Kuran’ın yeri, Abbasi dönelerinde, hadisler vahiy sayılarak dolduruldu.   Kuran’ın bazı ayetlerinin hadislerce nesh (hükmünü ortadan kaldırdığı) anlayışı getirildi.  Dört Halifeden sonra, saltanata geçişle başlayan yoldan çıkma,  her dönemde artarak devam etti. Bunlara daha sonraki aşamada,  “4 kadim felsefe olan Hint-Çin-Mısır-Yunan felsefelerinin sentezlenerek, üstüne, Kur’ân’ın yanlış çevrilmiş-çevrilen bâzı âyetleri ve özellikle hadis-i kutsi denilen hadislerle-sözlerle harmanlanıp ortaya konan bir eklektik felsefe ve düşünme sistemi olan Tasavvuf” (Prof.Dr. Mikail Bayram) çıktı. Yeni coğrafyaları, fetihlerde tasavvuf hep dinin önünde gitti. 
Hurafelerle boğuşmak durumunda kalan Müslümanlar hem Kur’ân âyetlerine, hem de birer kevnî âyet olan, vücudumuzda ve dış dünyadaki âyetlere ilgisiz kaldılar. Batılılar kevni ayetleri okuma sırrına vakıf oldu (Kevnî âyetleri okumak demek; insanı, toplumu, toprağı, havayı, suyu, hayvanları, bitkileri ve gökyüzünü araştırıp incelemek ve oralardan bilgi edinmek demektir.) Allah’ın hiçbir âyetini okumayan Müslümanlar, kevnî âyetlerini okuyarak teknolojiyi bilgiyi yakalayan Batılılar karşısında şaşkın ve perişan duruma düştüler.
Pekiyi olumsuzlukların olduğu bu dönemlerde hiç mi, iyi bir şey olmadı? Sorusu elbette önemli. Elbette iyi şeyler fazlasıyla oldu. Ancak bir havuz dolusu suyu yarım litre pislik nasıl necis ederse yapılan kötülükler iyiliklerinde iyiliğini yok etmeye yetti. İyiler anlamında  Elbette yezidin oğlu 2.yezit, Ömer bin Abdülaziz, adil bir yönetim sergelerken, Endülüs Emevi devleti o dönemlerin yıldızı olmuştu. Ancak kaç yıl yaşamalarına izin verildi!  Yapmak istediklerini sonuçlarını alabildiler mi!.? Bunların cevapları da önemli. Kısaca  niye bu hale geldik in cevaplarından  bir kısmı bu            

ALLAH KURAN SİZE YETER DEDİ. AMA BİRİLERİ YETMEZ DİYOR! ALLAH İNSANLARI ALDATIYOR MU? (Haşa)






     ALLAHIN GÖNDERDİĞİ DİN BİZE NİYE YETMEDİ!

Allah’ın gönderdiği din  aslında insanlığa yetmişti. Hz. Peygambere inen vahiy, o vahşi toplumu kuzuya döndürmüş, İnsanlığın zirvesini yaşatmış ve güzel bir örneklik teşkil etmiş, onlara yetmişti! O örneklik bize yetmedi!  Allah resulü  sonraları eski alışkanlıkların hortlamasıyla bir takım kavgalar başladı. Kavgalarda herkes kendinin haklılığını ispatlamak için Kuran’ı konuşturmak istediler.  Önce  beceremediler. sonra bir yol buldular. Önce peygamberi kendi adına, sonra da Kuran adına konuşturdular.  Farklı kültürler ile İslam düşmanlarının üretimleri de  zamanla devreye girdi.  Allah ın koyduğu hükümlerin birçoğu laytlaştırıldı!  Boşluklar için yenilenmelere, ilavelere, ihtiyaç duyuldu!. Eğitim imkanlarının çok az olduğu toplumda dine susamışlığın etkisi ile zehiri  şifa olarak almaya hazır topluma din adına ne verilirse kabul görüldüğü bir ortam!  Okuma yazma kültürünü fazla olmadığı, sözlü kültürün hakim olduğu bu toplumda din adına konuşulan ne varsa, doğru ve yanlışlar gerçek anlamda ayırt edilemeden,  vahye vurulmadan, metin tenkidi yapılmadan sadece rivayet edenlerin güvenilirliği üzerinden  yazıya dökülmeye başlandı.  Bu zan ifade eden  bilgiler Kuran’ın yerine almaya başlamasıyla  zaten bir  hayli fazla olan farklı sesler daha da arttı!
Özetlemek gerekirse,  Bazı yenilenmelere, ilavelere, ihtiyaç duyuldu. Her bir fiil  için hükümler çıkartılmaya, fıkıh kurallarına ilaveler devam edildi. Rivayette karşılığı olmayan konularda aynı ekolden gelen alimler ortak karar verdi. Buna da icma dendi! O kadar çok konularda detaylı görüşler üretildi ki, gerek sosyal hayata yönelik gerekse din adına söylenen yazılanlar, insana özgür bir alan bırakılmadan hükme bağlandı! Mezheplerdeki farklı yorumlar, onun sebepleri,  Eski eserlere, Rivayetlere yönelik tenkitler onların tevilleri, karşıtları, yandaşları derken binlerce kitap yazıldı. Kötü niyet hep iyi niyetin paralelinde görevini yapmaya devam etti!
Sonuçta bunları okuduğumuzda irfanımızın artacağını düşünüyorduk. Ne garip ki bu olmadı. Sebebi bunları dinin aslından saydık! Bu yüzden görüş ayrılıklarımız çoğaldı. Acaba üretilenleri mi anlayamadık?! Geri dönüp baktık!. Onlara anlamak üzere yenilerini yazdık!. Yine olmadı. Kapsamlı bir araştırma yaptık. Bunca emek neden doğru sonuç vermiyor! Çok manidar bir o kadar da acı gerçekle karşılaştık! Ürettiklerimizin çoğu Allah’ın kitabına, resulün örnekliğine, bir birine, insan tabiatına, ahlaka, sosyal hayata, doğanın yaşam tarzına tezat, çelişkilerle doluymuş! İşin garibi bu kadar çelişkinin dinin aslı yerine konması, bunlara karşı çıkanların bir şekilde susturulması, dinin bir afyon gibi topluma yutturularak sarhoş edilmesiymiş!  
Öyle bir hale getirilmişiz ki; Artık hiç okumuyoruz, sadece zannımızdakileri takip ediyoruz. Yazımı  üzerinden bir asır geçmiş olan her bir kitap,  bir mezar taşı, …. Saymakla bitirilmeyecek kadar çok şey! Bizim için son derece kutsal olmuş!. Düşünelim bir kere  bir sarhoşun çamurda bulduğu bir kağıdı öpmesi bile onu bir günde evliya yapabiliyor, o evliya kutsanıyor mezarı başında günah çıkartılıyor! Böylesi düşünme yetisi elinden alınmış,  İman ettiği,  kitabına yetim,  test etmediği okumadığı her bilgiyi cehaletine ilaç diye yutan bilgi tembeli, öze ihtiyaç duymadan  görüntüye,  şeklin  peşine düşme öngörüsüzlüğü son  halimiz!  Niye şaşırıyoruz ki, ALLAH ın kitabını yetersiz bulan bir toplumun geleceği nokta ne ola ki!....?

KURAN KENDİSİ İÇİN BU KİTAP AÇIK VE AÇIKLAYICI DERKEN BİRİLERİ BUNDAN NİYE RAHATSIZ?..!





KURAN DİYOR Kİ; “Bu kitap açık ve açıklayıcıdır”
BU KİTAP ACIKTIR. ANLAŞILMAYAN YÖNLERİ YİNE KENDİ İÇİNDE ACIKLANAN BİR KİTAPTIR. ANLAŞILSIN DİYE İNDİĞİ TOPLUMUN DİLİ ÜZERİNE, TOPLUMUN ANLAYACAĞI ÖRNEKLERLE, TOPLUM KÜLTÜRÜNDE, O COĞRAFYADA BİLİNEN PEYGAMBERLER,  KAVİMLER, HAYVANAT VE BİTKİ ÖRTÜSÜ  ÜZERİNDEN ÖRNEKLER VERİLEREK,  O TOPLUM İÇİNDE YAŞANAN AKSAKLIKLAR, GELENEK HALİNE GELMİŞ AHLAK DIŞI YAŞANTILARA DİKKAT ÇEKEREK DETAYLANDIRILMIŞTIR!…… BENZERİ ÖRNEKLERİ DE YERİ GELDİKC E SAYAR GİDER. … 

 Kuran, anlaşılmasının üzerinde ısrarla  durulmasını da; “Ümmet kendi aklı ve vicdani ile gönderilen mesajları anlasın ki, bunları anlamak için bir başkasına kul olmasın diye “ der. Allah böyle derken,  bir kısım kullar bunu inandırıcı bulmazlar.  Allah’ı yalancı çıkartmak için elinden gelen demagojiyi üretip polemik yaparlar.  Tıpkı geçmiş Yahudi ümmetinin Allah ın emrini yerine getirmemek için ayak sürümesi  ve bu amaca yönelik ürettikleri  anlamsız sorular gibi,….!  Sorular üretirler. Hâlbuki ki Allah, bu olumsuzluğu da kitabında örneklendirmiş ki;.. sakın sizde onlar gibi davranıp yaratanınızla  cedelleşmeyin!  Zira siz zararlı çıkarsınız, diye sürekli akla vurgu yapmıştır.  Aklını birilerine emanet edenlerin din algısı da tabi ki,  emanetçilerinin söylemleri ve din algısı üzerinden olacaktır.!   Pekiyi,. Emanetçileri neden Kuran’ı kendi üzerinden değil de, ya peygamber  yada bir takım gizli gaybi ilimler çerçevesinde anlamayı  doğru buluyorlar?..! Allah resulü sonrası Kuran’a karşı paralel din üretenler, Kuran’a söyletemedikleri; dalavereyi, rüşveti, iltiması, torpili, rahmete kavuşmuş peygamberin ağzına koyarak, Kuran’ı bu rivayetler acıkılıyor argümanı ile alt yapı oluşturduklarından dolayı, sonraki nesillerin din algısının da bu yalanlar oluşturmuştur. Asırlardır bu yalanları birileri hep haykırmış deliller ortaya koymuşsa da nafile. Bu nemadan faydalananlar,  yönetimler, dinden para kazananlar,  toplumda sınıf oluşturup statü kazananlar hakikat çağrılarına kulak kapadıkları gibi onları bir şekilde susturmuşlardır. Tıpkı imamı azama yapıldığı gibi….Ekonomik yönden nemalananlar örneklendirilmesi gerekirse; Şia toplumunda “Zekat doğrudan fakire verilmez, imamlarda toplanır,  onların eli ile ihtiyaç sahiplerine dağıtılır” inancı dini bir hüküm  haline getirildiğinden, bugün imamların bir çoğu  o ülkenin en zengini olmuş, fakirin fukaranın hakkını gasp etmişlerdir. Ülkemizde de bunun benzerlerinin yaşandığı herkesin malumudur. Fetö olayında olduğu gibi, onun benzerleri yapılar ondan kalan boşluğu doldurma gayretine girmişler, bir lokma ekmeğe muhtaç insanlar toplumda kol gezerken, Kuran talebelerine okul ve yurt adı ile beş yıldızlı saraylar dikmişlerdir. Kendileri de o saraylarda hüküm sürmekte topluma gerdan kırmaktalar. Kısaca fakir, yetim ve yoksullara verilmesi gereken hasenat bu gün birilerin lüks ve ihtişam içindeki hayatına harcanmaktadır. Kuran yetseydi, Kuran’ın acık ve açıklayıcı lığına güven duyulsaydı bu toplum bu halde mi olurdu!..? .

KURAN'I YETERİNCE ANLAYABİLİRMİYİZ?




KURAN BİZE YETERMİ, O’NU YETERİNCE                   ANALAYBİLİRMİYİZ?
Kuran anlaşılır mı? Sorusuna anlaşılmaz,  Kuran yeter mi? Sorusuna da yetmez demek Allah’a itirazda bulunup yalan çıkartmaktan başka bir şey değildir. Çünkü Allah,  “Bu kitap; hidayettir, ışıktır, dosdoğru yoldur, kılavuzdur acık ve açıklayıcıdır.  Bu kadar detaya rağmen size yetmedi mi?” Demektedir!  Bu ifadelerin hiç birisi tevil götürecek fulü sözler değildir. Dinde Kuran asıldır. Öğrenmeye öncelikle doğru bir mealleri okuyarak başlamak şarttır.                                              Kuran’ın anlaşılması ve yeterli olup olmadığı hususu ile tefsir ve  meal konusunda da insanımız  arasında  uyumsuzluk hatta kavga derecesinde bir anlaşmazlık söz konusudur. Bu her ne kadar Kuran’ı kabul yada ret konusunda bir anlaşmazlık olmasa da ateşli tartışmaları içinde barındıran bir yara.
 GELENEKSEL Rivayet odaklı anlayış;; “Kuran’ı asla biz anlayamayız. Onu yalnız peygamber açıklamıştır. O açıklamalarda bize hadis adı ile ulaşmıştır” demektedirler . Bu anlayış içinde olanların bir çoğunun din algısı, uydurma rivayetleri asıl kabul ederek, Allah ve resulüne iftiraları ve çelişkileri Kuran’ın anlamı diye Kitaba yedirdiklerini, dine zam yaptıklarını görüyoruz
Kuran’ı merkeze alıp, kuranın onay verdiği sünneti sahiplenenler: Kuran’, Yeteri kadar detaylı,  açık ve açıklayıcı, olduğunu zaten kendisi söylüyor. Peygamberin Kuran’ı açıklaması demek, tercüme anlamında bir açıklama değildir. Allah tan aldığını değiştirmeden ümmetine anlatmasıdır. Üstelik Allah, kitabı acık ve açıklayıcı gönderiyorum ki bunu size başkası açıklayıp ta üzerinize tahakküm kurmasın. Demesine rağmen Kuran’ı  anlaşılmaz ilan etmek iyi niyet değildir.!  Zira peygamber açıkladı diye sunumu yapılan ayetlerin bir kısmı Kuran mantığına uygun olsa bile,  birçoğunun anlamları yalan hurafe hatta içi şirk dolu sözlerdir. Bunlar hem Allah’a hem de resule iftiradır” demektedirler.
Kendilerini Kuraniyun adı ile tanıtanlar; Bunlarda Kuran’ın yeterince açık ve anlaşılır olduğunu en ileri derecede savundukları halde aynı ayeti anlama  konusunda bile görüş birliği içinde olmayan, peygamber vazifesini yapmış gitmiştir diyerek nebi  örnekliği kabul etmeyenlerdir.! Rivayet geleneğinin makul olmayan dengesizliğine tepki olarak çıkan Kuraniyun adı anılan bu grup aslında modern hurafe ekolü yani Reşad Halife’nin temsil ettiği bir yapıdır.!  Bunlar tövbe suresi son iki ayetini yok  sayan,  bazı ibadetlerde de  ıskonto yapan ekoldür..
Fikir ve anlayış benzerliği içinde olan her insanın her konuda aynı kabulleri olduğunu söylemek elbette güçtür. Hiçbir anlayışta homojen bir yapı yoktur. Kendi içlerinde farklılıklar vardır.  

KURAN’I PEYGAMBER VE SAHABESİ İYİ ANLADI DA, BİZ NEDEN ONLAR KADAR ANLAYAMIYORUZ  MANTIĞININ ARKA PLANINDAKİ İDDİALARI ELE ALIRSAK; 

Kuran, Hz Muhammed’e O’nun lisanı olan Arap dili üzere idi.  Resul, coğrafyanın, o toplumun ve o kültürün bir ferdi idi. Yine o toplumda tevhit  (İbrahim’in)dininden yaşanan bozulmamış parçacıklar vardı. Dolayısıyla hangi ayetin hangi olay üzerine, kimin bir hareketine yönelik, hangi sorunların çözümüne yönelik indiğini en iyi bilen O ve arkadaşları idi. Hatta müşriklerin bile acaba bundan sonra gelecek ayet ne diyeceği onların da merak konusu idi.!  Dolayısıyla Kuran’ın ne dediğini sahabesi hatta  İranlı Selman Farisi bile  biliyor ve anlıyordu.                   Kuran’ın sözlerini kabul etmeyen ya da ağır bulanlara “Kuran bu kadar acık iken hala anlayamadınız mı? Size bu kadar öğüt yetmedi ?..! Kıyamette bu kitaptan sorgulanacaksınız!  Ne kadar az düşünüyorsunuz?” Gibi tekrar tekrar sitem ve tehdit içerikli uyarılar tekrarlanıyordu. 
Kuran’ı, indiği toplum müşrikler dahil  anlıyordu da, biz niye onlar gibi anlayamıyoruz?
ELİMİZDEKİ VERİLERE BAKARAK ANLAMA KAPASİTEMİZE BAKACAK OLURSAK;  Kuran 23 yıllık bir sürede bir birinden bağımsız olaylar ve konular üzerine inmiş bir kitaptır. Dolayısı ile bir roman gibi konu bütünlüğü giriş gelişme sonuç bölümü yoktur. Sure ve ayetlerin Kuran’a dizilişi nüzul sırasına göre değil serpiştirilmiştir. Ayrıca ayetlerin nüzulü ile ilgili doğru bilgiler elimizde olsa da bunlar yeterli değil. Bugünkü Arap lisanı bire bir Kuran’ın indiği dönemle aynı değildir. Her lisan gibi bir sürü değişikliklere uğramıştır. O dönemki toplum kültürü, İbrahim’i dinden kalan hakikatlerin tamamının ne olduğu ile ilgili yeterli bilgilerden yoksunuz.  Kısaca elimizde Kuran’ı sahabe gibi anlayabilecek doneler yetersizdir. Bu bir realitedir.
Bu verilerin eksik olması tatbikî Kuranı anlaşılmaz olduğu anlamına gelmemektedir.  Toplum tarafından geçmişi bilinen bazı konuların anlatımında detay olmasa bile Kuran detaylandırılmış bir kitaptır.  Dolayısı ile Kuran anlaşılabiliyor. Nasıl?  Üzerinde uzun yıllar çalışıp emek verenler, Kuran’ın kendi kendini açıklayıcı yönünü kullanarak, (anlaşılmayan bir ifadenin başka bir konu içinde açıklanması) bir mesele ile ilgili bütün ayetleri bir araya getirip ortak bir okuma yaparak,   Kuran’ı bütüncül mantığından parçaların ne dediğine bakarak.  Buna ilaveten Kuran mantığına ters olmayan çelişkili bir durum arz etmeyen yaşayarak günümüze kadar gelen nebevi uygulamadan da faydalanarak Kuranı anlayabilmek mümkündür.  Nitekim anlayanlarında azımsanamayacak kadar çok olduğunu kabul etmek gerek.
Meselenin esası,  meal okuyan herkes Kuran’dan hüküm çıkarmaya kalkmamalı, Kuran ne diyorsa ben tamamını anladım dememeli. Yani kendisini Kuran alimi sanmamalı. Bu o kadar kolay değil. Bayağı bir emek isteyen konu. Ama dini öğrenmeye kalkan herkesin şirk batağına düşmemek için ilk okuması gereken kitap güzel hazırlanmış bir meal olmalı.  Okumaları ile Nebi örnekliğini birleştirdiği zaman, yani Bakara 143 de söylendiği gibi aşırılığa  gitmeden inançta dengeye dikkat etmesi halinde sanırım ortada sorun kalmayacaktır.
 Kur'an'ın mübiyn olması, onda her şeyin en ince detayına kadar açıklanmasını gerektirmediğinden bahsetmiştik.  Nedeni, Kuran ın indiği toplum, din adına hiçbir şey bilmeyen  bir topluluk değildi. İslam Hz Âdemden beri insanlığa seslenen, ilkelerini ortaya koyan bir dindir. Dolayısıyla Hz. Muhammed'e verilen mesajlar daha önceki resuller vasıtası ile gönderilmiş mesajların bir benzeridir.  Onlardaki bozulmamışları tasdik, eksiklikleri giderme, bozulmuşluğu da tamamen kaldırması işlevi vardır.
Yukarda Kuran’ı doğru anlamak için indiği toplumun tüm sosyolojisini dikkate almak gerek dedik. Misal o coğrafyada yaşayan kadın erkek sıcaktan dolayı hepsi başını örtmekte idi. Bilindiği üzere günümüzde başörtü ayeti diye bilinen Nur suresi 31 ayette her ne kadar baş örtüsü var dense de, meallerdeki baş örtüsü yorumdur. Aslı olan örtülerini yakalarında açık kalan yerlerin örtülmesi yönünde emir vardır. Pekiyi neden başın bütününün örtülmesine değinmemiştir. Nedeni gayet açık. Zira zaten o toplumda bütün kadınların başı örtülüdür. Örtülü baş için tekrar kadınlar başını örtsün demeye ihtiyaç duyulmamıştır. Bir eksiğe vurgu yapılmıştır. Bu örnekte de olduğu gibi düz bir meal okuma ile Kuran’dan hüküm çıkarmak doğru değildir.   Ama dini öğrenmek içinde Kuran’ın anlamını anlamaya yönelik bir emek şarttır. 
SON CÜMLE;  Kuran’ı peygamber açıklamıştır. Ondan başka kimse açıklayamaz diyenlerin Allah’ın kulu ve elçisi olan peygamberi nur-u Muhammedi doktrini ile yücelterek Allah resulünü hayattan dışlayarak, hurafe ve yalan batağına düştüklerini görüp efsunlanmamak gerek.                                                                                                                              Ben dinimi Kurandan öğrenirim. Peygamber vazifesini yapıp gitmiştir tayipte Yahudilerin Musa'yı yalnız bıraktığı gibi ondan gelen tüm müktesebatı vahiy onay verdiği halde çöpe atanları, Kurandaki bazı ayetleri, Namaz ve bazı dini vecibeleri nasıl yok sayma hadsizliğine düştüklerini, birçoğunun aynı ayete farklı anlamlar yüklediğini de görmek gerek. Yani din kolay kolay kimseye emanet edilecek bir husus değildir.
En makulü haddi aşmadan orta yolda kalmaya bakmak.

MÜSLÜMANLAR BİR BİRİ İLE NEYİN KAVGASINI VERİYORLAR





MÜSLÜMANLAR BİR BİRİYLE NEYİN KAVGASINI VERİYORLAR


MÜSLÜMANLARIN BİR KISMI NIN PEYGAMBER ALGISI; Allah resulü aldığı   emirleri insanlığa tebliğ ettiği gibi  aklını, öngörüsünü, şartları dikkate alarak, hiçbir şeyi şansa bırakmadan tam bir sanatkar ustalığı ile kitabın maksadına uygun işleyip hayata uygulayıp sosyalleştirmiştir. Kuran ile övülen örnekliğinde mesajların nasıl yapıldığından ziyade niçin yapıldığına yönelik anlam içeriği ön planda tutmuştur. O’nun ahlakı, maksada verdiği önem daima fiillerini nasıl yaptığının önündedir.  Tabiri caiz ise, O Kuran’ın insana dönmüş halidir. Sünneti ise; Allah’ın yapınız dediği emirlerin; akıllıca, en nazik, güzel ve insana yakışır biçimde yerine getirilmesindeki sanatkârlığıdır. Kırmadan, dökmeden, üzmeden, bağırıp çağırmadan, bu emirleri uygulamadaki sanatı…Onun örnekliğidir. Mesela “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” sözüne bakaçak olursak bu duruma muhatap olan bir Müslüman kafir olmaz, ancak nebinin zarifliği inceliği nezaketinin ifadeye dönüş biçimi yani onun uslübü onun örnekliği ve sünnetidir. Söz insana insanlığa bir fayda içeriklidir. Kuran’a uygundur. Kullanılış biçimi harikadır.

 müslümanaların çoğunluğunun peygamber  ve sünneti anlaşılma biçimi  ise;  peygamber  iki tür vahiy almaktadır. Birincisi  Kuran’dır.  Burada Allah ın emirleri sınırlı ve anlaşılmaz şekilde  yer almaktadır. İkinci vahiy gizli gelmektedir. Doğrudan kalbine inmektedir. Buna gayri metlüv denmektedir. Bu vahiy ile de Kuran’da  eksik olanları tamamlar. Ayrıca  Kuran’daki hükümlerin nasıl yapılacağının tarifi ile birlikte Allah ın Kuran’da belirtmediği diğer hükümlerin  neler olduğu ve bunların da nasıl yapılacağına yönelik bir açıklamadır!. Biraz daha açıklamak gerekirse
Ortada melekleştirilmiş tabiri caiz ise robot bir peygamber var. O Sadece kendisine gelen iki tür vahyin birinin tamamlanma sürecinde insanlara tebliğini sağlıyor. Diğer vahiy ile de birinci vahyin Allah tarafından nasıl açıklandığının insanlara anlatımı ve oradaki hükümlerin neler olduğunun açıklanma görevini ve yapıyor!. İhtiyaç duyduğu alanlarda da Cebrail’den yardım alarak emirleri şekillendiriyor! İnsan olarak kendisinin ortaya koyduğu hiçbir şey yok. Zira O’nun özgün iradesine bırakılan hiçbir şey yok. O adeta melek! kendiliğinden bir şey söylemez yapmaz, konuşmaz. Konuştuğu her bir şey ile yaptığı her bir şey vahye bağlı! Durum böyle olunca da  Onun yemek yeme şekli, tuvalet yapma şekli, yatıp uyuma şekli, giyinmesi, nefes alıp vermesi, kısaca yaptığı her bir şey atlamaksızın atılmaksızın din sayılmaktadır. Bu tür davranışlar Kuran’da geçmiş olsaydı farz sayılacaktı. Ancak gayri metlüv vahiyde belirtildiği için sünnettir. Sünnet de zaten  uyulması zorunludur. Çünkü o da bir vahiy ürünüdür! Düşünün bir kere sarıklı kılınan bir namaz ile sarıksız  kılınan namaz arasındaki büyük farkı!  Bunun kime ne faydası var? Ne orijinalliği var? Zaten bu bir Arap geleneğinin ürünüdür!
Bu anlayışta peygamber Allah’ın sevgilisidir! ! Kainat onun için yaratılmıştır! Önüne çıkan zorlukları mucizelerle aşar, isterse ayı ikiye böler, güneşi batışını engeller, parmaklarından su akıtır. Bir bardak süt ile bir orduyu doyurur. Namazda önünü geçen çocuğu felç eder! Sol elini kullanan adamın kötürüm yapar!. Bir gecede bütün hanımlarıyla beraber olabilir!   Bu anlamda otuz kırk erkekten daha güçlüdür.  Dokuz yaşında kız çocukları ile evlenmekte beis görmez! Allah ile pazarlık yapar! Allah tan daha şefkatlidir. Allah’ın azap yapmak istediklerini Allah ın elinden çeker alır!
Allah Allah…! Bu nasıl bir din yarabbi…. Acaba diyorum Allah resulü öncesi cahiliye dönemine mi döndük! Atalar dininin yeni bir tezahürünü mü yaşıyoruz. Kuran’a bakıyorsunuz hiç böyle bir şey söylemiyor. Eğer modern dönemin cahiliye dönemini yaşamıyorsak, pekiyi bunlar nerden çıkıyor!..?






A

BİR SÖZ UYDUR, ADIDA HADİS OLSUN, SONRA ONU KURAN IN ÖNÜNE GECİR!




KURAN’I ANLAŞILMAZ İLAN EDEREK, ONU ANCAK PEYGAMBER AÇIKLAR SÖZÜ ALLAH’A İFTİRADIR!
Allah resulünü KURAN’a muhalif sözler söyleme konumuna getirenler, bu rivayetleri çoğaltıp yayarak bir konum elde edenler bilerek veya bilmeyerek   baştan beri  Müslümanları bir birine düşürmüş, Kuran’a iman ettik diyenlerin farkında olmadan, Kuran karşıtı söylemler üretmesine sebep olmuştur. Üretilen en  büyük iftira ve yalanlardan birisi, Allah ın anlaşılır dediği kitabı anlaşılmaz ilan etmişlerdir. Daha sonra lafzını bozamadıkları kitaba uydurma anlam ve tevillerle bu kitabı ancak peygamber açıklar mantığını ileri sürerek bu yalanlarını uydurma rivayetlerle beslemişlerdir… İşte bunların en başta gelenlerinden bir örnek;
" Sizden biriniz süslü koltuğuna yaslanmış adama, benim hadislerimden biri okunur da o kişinin vaziyetini hiç bozmadan `Bizlerle sizler arasında Allahu Teala`nın kitabı (Kuran-ı Kerim) vardır. Ondan bulduğumuz helal şeyleri helal sayıyoruz, haram olarak bulduğumuz şeyleri de haram kabul ediyoruz` deme zamanı yaklaşmıştır. Sizleri de ikaz ediyorum Kuran-ı Kerim`de bulunan bütün hükümler haktır ve Resulullah`ın haram kıldığı şeyler Allah`ın haram kıldığı şeyler gibidir.` (Ebu Davud, Süne, 6 hd: 4604; Tirmizi İlim, 10 hd: 2664; İbn Mace Mukaddime, 2 Ahmed, Müsned, 1/6 IV,21; Tahavi, Şerhu mánia, IV 209; İbn Hibbam, I, 107 Darekutni, Sünen IV, 287)"
Kuran’a uyup uymadığına bakılmadan, metin tenkidi ve araştırması yapılmadan adı sahih olan kitaplara doldurulan bu tür yalan rivayetler arasında yukardaki iftiranın farklı versiyonları vardır.
 Sonuç olarak bu yalanların söylediği şudur; Nisa 113, Bakara 151 ve daha bir çok yerde yüce Rab’ın Allah resulüne kitap dışında hikmeti ve bilmediği şeyleri öğrettiğini ifade ederken, bunlarla neyin kast edildiği de ayetlerin önünde yada devamında anlatılmış olmasına rağmen, bu zihniyet ilgili ayetlere anlam kaydırması yaparak, buradaki Hikmet'ten kastın da; Kur’an’dan bağımsız gayri metlüv olarak inen ayrı bir vahiy olduğu, bunun da sünnet ve hadis olduğunu dini yeni öğrenen nesillerin beyinlerine yerleştirmişlerdir. Daha Sonra bu isabetsiz yorumu açık kapı olarak görenler Kuran’a söyletemedikleri yalanı, iftirayı, rüşveti, her türlü namussuzluğu, uydurdukları rivayetlerle peygambere söylettirmişlerdir
Bu yalanların içinde inananlara Kuran’ın islamın anlaşılması ve yaşanmasına yetmeyeceği, Kuran’ yeter diyenlerin de gelecekte hadis ve sünneti red edeceklerinin işaret edildiğini yine uydurdukları hadis yoluyla müminlerin itibar ettikleri kaynaklara sokuşturmuşlardır. İşin garibi bu hadisi peygamberimiz Hayber dönüşü koltuğa oturarak naklettiği tabakat kitaplarında yer alırken, hadisi nakledenin birisi Hayber fethine hiç katılmadığı, diğer nakilci Miktan bin ise Hayber in fethi sırasında çok küçük bir çocuk olduğu yine ilk kaynaklarda yer almaktadır. Bu çelişkiyi herkesin araştırıp bulması elbette mümkün olmamakla birlikte bu yalanı bilerek satanlar ve o sahtekarlardan din satın alanların vay haline! Din her satıcıdan alınacak bir mal değildir! Araştırma kültürünü yok edenler, batılı tenkit edenlere yapılan düşmanlıklar, kendi doğrusunu başkalarına dikte ettirenler yüzünden geldiğimiz nokta; Müslümanların bugünkü zelil hali! Bölünme birbiri ile kavga, tefrika, dalavere üç kağıt her türlü namertlik ve sahtekarlık.! Böyle bir Allah dini düşünebiliyor musunuz?..!